Gregor Hamza, o sabah uyandığında kendini bir Çerkes olarak
buldu. Kırıkkale’de doğmuş, kavruk bir genç irisi olarak yattığı
yatağından, beyaz tenli, atletik vücutlu biri olarak kalktı. Aynanın karşısına
geçip kendini uzun uzun inceledi. Evet, tam bir Çerkes’ti işte. Esmer tenli,
kısa boylu, şişman Çerkesleri tiksintiyle karışık bir acımayla aklında geçirdi.
Mutfağa geçip çay koymayı düşündü ama hemen bu düşüncesinden
vazgeçti. Çerkesliğinin hakkını vermeli, normal insan alışkanlıklarını
bırakmalıydı. “Asiller kahvaltıda ne yiyor acaba?” diye düşündüğü esnada kapı
çalındı. Gidip kapıyı açtı. Gelen Prens Charles’tan başkası değildi. Sanki
evine hergün hanedandan birileri geliyormuş gibi durumu olgunlukla karşıladı.
Charles’ı eve buyur etti. “Kusura bakmayın, ev biraz dağınık” dedi, dünden
kalma dolu küllüğü poşete boşaltmaya çalışırken. “Bilirsiniz, biz Çerkesler’de
misafir çok önemlidir. Misafirperverlik dedin mi orda ayık ol. Etrafta bir
Çerkes vardır.” Diye ekledi. “Tabi” dedi Charles. “Bilmez miyim? Bizde de
Keltler var. Onlar da Çerkez kökenlidir. Misafire saygı onlarda da had
safhadadır.” Prens Charles’ın Çerkeslerden haberdar olması karşısında
şaşkınlığını gizleyemeyecek gibi oldu ama gizledi. “Yalnız Çerkez değil,
Çerkes” diyerek düzeltti. Bu hata karşısında Prens Charles özür diledi.“Ya
Charles, sen bu işlerden anlarsın, Allah’ın adını verdim, asiliz di mi?” diye
sordu. O kadar çok asilliğinden bahsetti ki Prens Charles en sonunda “Abi seni
görene kadar ben kendimi asil sanardım. Kraliyeti, hanedanı batsın. Soyumdan
utandım yemin ederim. Asalet dediğin sizinki gibi olur.” dedi, evde parmak
ucunda gezmesine hayretle baktığı adama. “Mesela ben sana, sürgün esnasında
gemilere bindirilen Çerkes kızlarının, büyüklerinin yanında oturmayı ayıp
saydıkları için açlık ve yorgunluktan ayakta öldükleri hikayeyi anlatmış
mıydım?” diye sordu. “Hayır abi anlatsana” dedi Charles heyecanla. “Sürgün
esnasında gemilere bindirilen Çerkes kızları, büyüklerinin yanında oturmayı
ayıp saydıkları için açlıktan ve yorgunluktan ayakta ölüyorlarmış” dedi. Odada
bir sessizlik oldu. Gerçekten kibar bir insan olan Charles, bu hikaye
karşısında gülmemeyi başardı. Öte yandan “Abi müsadenle ben kalkayım” demekten
de kendini alamadı.
Prens’i yolcu eden Hamza, artık eski Hamza değildi. Her şey
için acele ediyordu. Acaba yarın sabah da bir Çerkes olarak uyanacak mıydı? Bir
günlük asaletin üstüne tekrar normal insan olmak istemiyordu. Bu sorulara bir
cevap bulmak için doğruca derneğe gitti. Dernekte son derece samimi bir ortam
vardı. İnsanlar neşe içinde şakalaşıyor, birbirlerine saygı ile
gülümsüyorlardı. Gelgelelim Hamza’yı fark eden olmamıştı. “Acaba atla mı
gelseydim?” diye düşündü. At konusu çok önemliydi ama kısıtlı imkanlarla coşup
Çerkesliği eline yüzüne bulaştırmak istemiyordu. Tam bunların muhasebesini
yaparken bir grup genç yanına geldi. Setenay, Jankat, Gupse, Janset diye
sırayla kendilerini ve memleketlerini takdim ettiler. Sıra Hamza’ya geldiğinde
ismini söylemekten çekindi. “İnsan bi Abrek koyar, bi Jan’la başlayan isim
koyar” diye ailesine veryansın etti. “İnşallah patatesten Çerkes olduğumu
anlamazlar” diye iç geçirip adını söyledi. Memleketini sorduklarında ise “Düzce”
demekle yetindi. Neden bu şehri seçtiğini bilmiyordu ama bir güç Hamza’ya Düzce
dedirtmişti işte. Gruptaki çiftlerden biriyle ilgili, qaşenlik müessesesi
üzerinden bir takım şakalar yapıldı. Hamza konuları tam anlamıyordu ama Xabze
gereği nezaketinden taviz veremiyordu. Gösteri konusu üzerinde çok durulmuştu.
Gösteri Xabze’nin temel direği olmalıydı. Sohbet derinleştikçe bilgisizliği
ortaya çıkacaktı. Akşam Ürdün, İsrail ve Suriye devlet başkanlarıyla bir
toplantısı olduğunu söyleyip derneği terk etti. Dernek bu duruma da şaşırmadı.