22 Haziran 2014 Pazar

Payandasız Bilinçlinin Maceraları

Gideyim kendime güzel bir kız bulayım. Standart bir erkeğin hayatı, kendi kendine bu cümleyi kurduğu gün başlıyor. O gün takriben 14-16 yaşlarına tekabül ediyor. Dikkatinizi cezbettiyse, bir erkeğin en çekilmez yaşlarıdır aynı zamanda.

Ömrümün en güzel yıllarını kız konuşarak çarçur ettim. Lise yıllarımda arkadaşlarım, birilerine aşık olma konusunda adeta yarış içerisindeydiler. Gönlünü bir kıza kaptırıp, tuhaf tuhaf şarkılar dinlememenin büyük bir ayıp sayıldığı çetin yıllardı. Hafta başında babasından harçlık almış arkadaşlarım “ben özgürlüğüne düşkün bir insanım” diyordu. 15-16 yaşındaki bir başka kıza “gerekirse limon satarak” bakacağını iddia ediyor, bir kabzımalın ona sattığı narenciyeye dayanarak hayata meydan okuyordu.
Bense arkadaşlarımın bu halini küçümsüyor, onlara yaptıkları şeyin saçmalığını anlatıyordum sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ben de yaşımın hakkını veriyor, bir takım kızları bahane ederek uyumuyor, sigara içiyor, kavga ediyordum.

Liseden mezun olduğum gün okula bir davulcu ve zurnacı geldi. Kafasına kravatı yandan bağlamış bir arkadaşımı halay çekerken gördüm. “Ne yapıyoruz lan biz?” diye düşündüm. “Neden varız? Amacımız ne? Hayat, şu içinde dönüp durduğumuz girdaptan ibaret olabilir mi?” Tam ben bunları düşünürken davulcu ve zurnacı yanıma geldi. Zurnacı kulağıma kulağıma üflerken halay havasını, davulcu da dizini yere dayamış, davulu bana doğru “güm güm güm” diye büyük bir hırsla dövüyordu. Az önceki saçma düşüncelerden arındım, pırıl pırıl oldum. Mendilimi kaptığım gibi halayın en başına geçtim.

Üniversiteye başladığımda kesin kararlıydım. Artık bu aptalca davranışlara hayatımda yer yoktu. Liseden kalan bazı alışkanlıklarımı ise atamadığım için, değiştirmeye karar verdim. Lisede geceye dair, hüzne dair içtiğim tütünü, şimdi bir sıva ustası gibi içiyordum. Şiire mesafeli olduğum için, nesirle ilgileniyor, olur olmaz her şeyi betimleye betimleye geziyordum. 30 yaşındaki insanlara, bir ayağı çukurda gözüyle bakıyordum. Gelgelelim gençliğin hakkını nasıl vereceğimi hiç bilmiyordum. Biz Çorum’dan gelmiş genç denyolar için hayat çok zordu ve bizi bu zorluktan kurtaracak tek şey yine kızlardı.

İstanbul’a daha ayak bastığım ilk gün, otobüsten sırtımda bir sazla inmiştim. O zaman farkında değildim. Bu benim İstanbul’a karşı ilk rezil oluşumdu. İsterdim ki son rezil oluşum da olsun. Olmadı. Tahsilli insanlar için işler o kadar da kolay olmuyordu artık. Büyükşehir’de kızlar, bilinçli erkeklerden hoşlanıyordu. Bilinç, bizde en az bulunan şeydi. Tam karşılığı şuydu: Haklısın! Bir kız bir şey söylüyordu. Biz bilinçsizler “piyy, senin derdin tasan batsın” diye iç geçirirken, bir takım hemcinslerimiz büyük bir coşkuyla katılıyorlardı söylenene. “Nereye gidersen git, oraya kendini de götürürsün” cümlesini ilk kim dediyse muhtemelen yine bir kızı etkilemek için söylemişti. İstanbul’a kendimi götürmemeye karar vermiştim ama kendimden kaçtıkça, herkese benziyordum. Pürüzden probleme kadar her durum için "sıkıntı" kelimesini kullanan sıradan bir insandım en nihayetinde. Herşeyi denedim ama bir türlü bilince kavuşamadım. Konuşurken nazikçe kafa salladığım, gülümsediğim, şaka yaptığım çok oldu ama hiç haklısın diyemedim.


Araf kötü şey hakkaten. Ne genlerinden kaçabiliyorsun, ne tecrübelerinden. Etkileyici olmak için kendini geliştiriyorsun ama etkilenecek her şeyden ve herkesten kaçıyorsun. Tüm olan biteni merak ediyorsun, tam bir bilinçsiz gibi. Dolayısıyla her şeyi biraz biliyordum. Hiçbir şeyi çok iyi bilmiyordum. "Ben" dedim. "Uyuyamıyorum". "Uyuyarak kemale erilmez" dedi. "Ben kemale ermek değil, rahatça uyumak istiyorum" dedim. “Kemale ermeden rahat uyuyamazsın” dedi. “Ne yapayım?” dedim. "Evlen" dedi. Allah'ım her konu buraya nasıl bağlanıyordu. "Ne biliyorsun bekar olduğumu?" diye sordum. "Değil misin?" dedi. O da benim kadar biliyordu te'kid-i istifham nedir. “Az kaldı” dedi."Bir kırlangıç gelir, konar elektrik direğine..." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder