12 Aralık 2013 Perşembe

Milletlerin At Övme Üzerine Girdikleri At Yarışı

Daha önceki analizlerimizde sıklıkla insanoğlunun karaktersizliğinden dem vurmuş, çeşitli örneklerle bu duruma vurgu yapmıştık. Şimdi Dünya gezegeni üzerinde, insanoğlundan daha karaktersiz az sayıdaki canlıların birinden bahsedeceğiz. Evet, başlıktan da anlayacağınız gibi bu hayvan at.

Biz Çerkeslerin at sevgisi malum. Türkler de İngilizler de Araplar da atlarla hem hal olmuş, "atı en çok biz severiz" yarışına girmiş milletlerdir. Çok bilmiyorum ama Ugandalıların, Nepallilerin ve dahi Honduraslıların, "abicim at dedin mi, bi etrafına bak, gözün bizi arasın" dediğine kalıbımı basarım.

Olayı gözümde canlandırmaya çalışıyorum, aşağı yukarı şöyle bir mizansen görüyorum: Yaklaşık 6000 yıl önce, bugünkü güneybatı Rusya civarlarında iki tane Ukraynalı işsiz genç, sigara içerek, avdan dönenleri seyrediyordu. "Ya bu böyle çok yorucu oluyor" dedi bir tanesi. Zira tekerleğin icadına henüz 600-700 sene vardı. İnsanlar av yapmak için kilometrelerce yürüyor, sonra avladıkları hayvanları sırtlarına alıp yeniden köye dönüyorlardı. Diğer delikanlı o anda, oradan geçmekte olan bir leyleği gördü. "Lan aslında şunun sırtına binsek, ne güzel olmaz mı?" diye iç geçirdi. Bu geniş vizyonlu gencin arkadaşı, tüm geniş vizyonlu gençlerin arkadaşları gibi oldukça dar vizyonlu biriydi. "Koca adamsın, leylek seni taşır mı?" diyerek, belki de tekerlekten önce uçağın bulunmasının önünü tıkamış oldu. Ama kendini bir başka canlıya taşıtma fikri de akıllarında yer etti. İnsan karaktersizdi, insan acımasızdı, insan işkilliydi. Yanlarını otlaya otlaya yaklaşan bir at gördüler. Hani o atlara özgü parlak renklerin, uzun yelelerin, heybetli görüntünün zerresini barındırmayan, uyuz eşek görünüşlü, pis bir hayvandı. Bir anda iki arkadaş göz göze geldi. "Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?" dedi geniş vizyonlu olan. "Aynen!" diye yanıtladı dar vizyon. "Kesip yiyelim şu atı". Geniş vizyonlu genç, arkadaşının ensesine bir tokat aşketti. Tokadı yer yemez, dar vizyon bir aydınlanma yaşadı. Geniş'in ne demek istediğini işte şimdi anlamıştı. Bıyıklarını burarak ata doğru yaklaştılar...

Evet. Hikaye burda tıkanıyor. Odesa'nın Voronezh'in sonsuz meralarında yayım yayım yayılan yabani atları, insan ne dedi de ikna etti bir türlü kestiremiyorum. Çifte atmayı bırak, şöyle hafif bir silkinse 10 metre yanında bir tane insan kalmayacak halbuki. Gidip, insanoğlunu sırtına alıp, oradan oraya oradan oraya mabadına nişadır çalınmış merkep gibi koşturmak da nedir? Asalet bunun neresinde? Bizim insanlar olarak huyumuz bozuk, kendimize en çok hizmet edeni severiz. Atı da bu  yüzden sevdiğimiz çok açık. Hikayedeki gençlere, kabilenin büyüğü bir akil insan müdahale edip "Evladım bırakın hayvanı, uğraşmayın, günahtır. O da canlı biz de canlıyız, biz niye bunun sırtına binelim lan şimdi?" demediyse, o kabilenin ayıbıdır. Peki ya atın asaleti? Bundan sonra bana atı övmeyin kardeşim, kalbinizi kırarım. İki baş arpaya babasını satar bu at denen terbiyesiz.

*At konusunda bana gerekli ilhamı sağlayan güzel insan Umut Sarıkaya'ya teşekkürlerimi sunuyorum.          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder