24 Aralık 2013 Salı

Ölüm Hak Miras Bela


Modernite, Berman’ın tasnifi ile üçüncü evresini yaşamaya başladı. Marx gibi, özünde diyalektiğe vurgu yapan tabiriyle Berman, alogismenin hem yükselişini hem de dibe vuruşunu başarıyla  sınıflandırdı. Modern insanı “Arketipik modern insan, burada gördüğümüz gibi modern şehir trafiğinin girdabına sürüklenmiş bir yaya, ağır, hızlı ve ölümcül bir kütle ve enerji yığınına tek başına karşı koymaya çalışan bir insandır.” diye tanımladı. Epistemoloji ve pozitivizmi, marxizm potasında irdeledi. Postmodernizmin, farklılıklardan bütünlük oluşturan paradigmasına karşı alternatif tanımlar geliştirdi. Ve kendisi hangi gün öldü dersiniz? 11 eylül günü. İkiz kulelere yapılan saldırının tam da 12. yıldönümünde!!!

Bilin diye söylüyorum. Referans verilen yazarları kimsenin tanımadığı, kitapların kimse tarafından okunmadığı, en az bir cümleye muhakkak “modernite” diye başlanan, okuyanların “maşallah ateş gibi çocuk, bilgi gözlerinden fışkırıyor” demekten kendini alamayacağı, bir cümlenin asgari 3 a4 satırı sürdüğü bir yazı yazabilirdim. Şurayı pantolon askısı, gözlük ve pipo içinde bırakırdım. Ama yapmadım. Güzel insan Marshall Berman’ın ölümü üzerinden, Yılmaz Özdil tarzı çirkin bir tespit devşirdim. Bu vesileyle kendisinden özür diliyor (Berman’dan diliyorum, Yılmaz Özdil’den değil), huzur içinde yatmasını temenni ediyorum sempatik düşünürümüzün.

Evet, Berman’ın ölümü üzerine yazdıklarını tararken, mevcut iktisadi düzenlerin açıklarını düşündüm. Ve sanırım cevabı buldum. Akademik standartlara uygun, diplerinde küçük numaralarla referanslar vererek değilse de miras konusunu ele almamız gerektiğine karar verdim.

En son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Bütün dengeleri miras bozuyor. İnsanların eşit şartlarda yaşaması gerekliliği, pratikte karşılığını bulmadı. İnsanlar fakirlikte eşitlendi. Devlet oligarşisinin bu sistemlerdeki müreffeh yaşamı üzerine de saatlerce konuşulabilir. Ancak buna anarcho-komünistlerin kısmi bir cevabı var. Tabi içeriğini çok bilmemekle birlikte, devlet oligarşisinin o kadar da müreffeh yaşamadığı iddiası güdülen birkaç ülke de var. Ben görmedim. Adam Smith, serbest piyasa işini 1770 yılında teorileştirse de pratikte bu uygulama daha eskiye dayanıyor. Bu bakımdan marxizm için, bir tez diyebildiğimiz gibi, ortaya atıldığı çağa bakarak, bir anti-tez de diyebiliriz. Gelgelelim, sosyalist ülkeler aradıklarını bulamadıklarında, kendileri üçüncü bir yol aramak yerine karışık-kuruşuk, devlet tekelli bir kapitalizmi tercih ettiler. Bir bakıma batının ahlakını, doğunun tekniğini alarak bulabildikleri tüm yanlışları birleştirdiler (Batının ahlakı meselesi şakadır, benim Alman arkadaşlarım da var). İşte Adam Smith’in görüp, Marx’ın gözden kaçırdığı şey, insanoğlunun itliğidir. İnsan hep daha fazlasını ister. Vermediğin zaman problem çıkar.

Çalışmak, çalıştığının karşılığını almak, evrensel etik kurallar dahilinde yapıldığı sürece haktır. Bütün sorun ikinci kuşaktan itibaren başlar. Emeğinin karşılığını dilediğin gibi edinme değil, dilediğin gibi tüketme hakkına sahip olursan, bütün problem ortadan kalkıyor aslında. Biriktirmeye başladın mı sorun da başlıyor. Sorunun son noktası veraseten intikal. Çalışmamış, kazanmamış yada işi rast gitmemiş adamın çocuğuyla, yüklü bir miras bırakan adamın çocuğu, aslında hiçbir artı değer koymadıkları halde hayata bambaşka standartlarda başlıyorlar. Bir süre sonra aralarındaki uçurum kapanması imkansız bir noktaya çıkıyor.

Kapitalizm, sosyalizme göre çok daha kurnazca tasarlanmış. Sistemler kendilerini beslemeliler. Sosyalizm kendini besleyemiyor. Çünkü motivasyonu sağlayacak yeterli unsuru barındırmıyor. Kölelik varken, diğer tüm sınıflar gibi köleler de kast sisteminin değişmez parçalarıydılar. Bir üst sınıfa geçmek için hiçbir umutları yoktu. Köleydiler, dedeleri de köleydi, torunları da köle olacaktı. Bu sistem çöktü, çünkü köleler için bu sistemi sürdürmeye yetecek motivasyon bulunmuyordu. Kapitalizm, insana küçük de olsa umut verir. Köle olduğunun asla farkına vardırmaz. Bir gün sana yılsonu piyangosu vurabilir, yeterince hırslı olursan kazancını yavaş yavaş artırabilirsin. Hatta etik kaygıların yoksa, çalmak eskisi gibi adi hırsızlık şeklinde yapılmayabilir. Hülasa, sen de birgün efendilerden biri olabilirsin.

Bu skalanın en yaygın yolu miras yoluyla biriktirmektir. Bu hırsı taşıyan dede, kendi ömrü elverdiği zaman aralığında çalışır, biriktirir ama üst sınıfa geçemeden ölür. Baba da belki yeterince ekleyemez, kendi babasının kazandıklarının üstüne. Ama bir gün devran dönebilir. Torunlar zengin olabilir. İşte kapitalizmi bu umut yaşatır. Ve bu umut, kapitalizmi beslemeye devam eder. İşçi daha çok kazanmak için, söz gelimi çift vardiya yaptığında, patron işçiden daha çok kazanır. Böylece işçinin kazanma hırsı sermayedarı besler. İşte kapitalizmi aşılamaz yapan budur. İşçi mutludur, çalıştığının karşılığını aldığını sandığı için. Patron huzurludur “ben de bu kadar adama ekmek veriyorum” diyerek kendini rahatlattığı için. Halbuki ne işçi köle olduğunun farkındadır, ne de patron Allah’ın ekmeğini kendinden saydığının.

Malthus da aşağı yukarı Smith’in hemen sonrasında ve aşağı yukarı aynı bölgelerde yaşamış, aynı sistemi nüfus açısında incelemiştir. Söylediği onlarca şey var tabi ama zamanında edindiği kötü şöhreti, basit olarak “fakirlerin ürememesi gerektiği” şeklinde özetlenebilecek fikirlerine borçludur. İrrite edici olsa da tespit doğrudur. Miras var olduğu sürece fakirler daha fakir çocuklar doğuracaklardır. Ama Malthus çözümü yanlış sunmuştur. Sunduğu çözüm despotçadır. Mesele çocuk değil, çocuklar arası fırsat eşitliğidir. Hiçbir çocuk akranıyla arasındaki uçurumla baş etmeye çalışmamalıdır. Yanlış anlamayın, çocukları sevmem. Hele 5-17 yaş arası erkek çocuklarına uyuz olurum. Ama konumuz bu değil.

Mirası kaldıracağız kardeşim. Güzel bir sistemde insan, hak ettiğini almalıdır. Ama ben bir çocuk olarak ne babamın kazandığı ve benim hak etmediğim bir saltanatı sürmeliyim ne de babamın günahlarının cezasını çekmeliyim.

Daha konuşacağız bu konu üzerine…


Bu arada fark ettim ki neredeyse yazının başında hicvettiğim duruma düşüyormuşum. Ama düşmemişim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder